Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana Kıbrıs’ın kuzey yarısında Türkiye Cumhuriyeti iktidarı AKP hükümeti açıkça “irade savaşı” ilan etti. Gayri yasal olarak “dernek” adı altında adada teşkilatlanan AKP, bu vasıta ile seçimlerinden itibaren “kör göze parmak” olarak giren müdahalelerine ek olarak 2008 yılında başlattıkları “ya sev ya terk et” siyasetini de ada yarısında yürürlüğe koydu.
Türkiye Cumhuriyeti’nde toplum mühendisliği ile sürekli yaratılan ve siyasi malzeme olarak kullanılan “ötekiler”, KKTC’de de yaratılmaya başlandı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren sistematik olarak ilerletilen bu siyasal iletişim tekniğinin toplumu çeşitli kesimlere bölerek sürekli bir “öteki” yaratma hevesinde olduğu ve olacağı aşikârdır.
KKTC’nin siyasi tarihi dilendiği takdirde demokrasinin ve iradenin ne kadar delinebileceğinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin iradesi harici bir gelişme olduğu takdirde ülkedeki siyasi zeminin ne kadar kaydırılabileceğinin kanıtı niteliğindedir. Bu zemin kaymasını KKTC’de var olan gerek sağ gerekse sol siyasi oluşumlar kendileri için acılı bir süreç ile deneyimlemişlerdir.
Bu noktadan hareketle, Türkiye’de bulunan iktidarın açık irade savaşı ilanı, aslen Kıbrıslı Türklere kurulan bir tuzaktan öteye gitmemektedir. Hâlihazırda sayısız kere ada üzerindeki tahakkümünü kanıtlamış olan Türkiye Cumhuriyeti’ne “slogan siyaseti” ile cevap vermek, tasarlanan planın en büyük parçalarından biridir. Keza bu yol ile hâlihazırda özellikle geçmişte var olan mikro milliyetçilik tabanlı ayrımcılıklar, siyaseti “toplumsal barış”, “toplumsal uzlaşma” gibi kavramlardan uzaklaştırarak yeniden “köken” tabanına indirgeyecek ve yeniden çeşitli “ötekiler” oluşturulacaktır.
Tüm bunlar olurken sahanın esas elemanı olan hükümetin üç maymunu oynaması, KKTC siyasetinin geldiği aciz durumun göstergesidir. Yıllar içerisinde hiçbir demokratik ve etik değer gözetmeksizin kurulan partizan düzen, hayatta kalabilmek adına çırpınmaktadır. Kamu yararı yerine zümresel yararlarını düşünen başta iktidar partisi UBP olmak üzere tüm siyasiler, bugün yaşadığımız sorunların müsebbibidirler.
Esas tehlike ise siyasetten soğutulan toplumun tepkisizliğinde yatmaktadır. Sürekli aynı pratiğin tekrarlandığı ada yarısında aynı hareketleri yaparak farklı yerlere varamayacağını anlayamayan kısır siyaset, toplumun demokratik katılımını maddiyata ve hayatta kalabilmeye odaklamıştır.
Hal böyleyken bu irade savaşında Kıbrıslı Türklerin özne olduğunu ve iradenin KKTC halkında olduğunu hatırlatarak verilmesi gereken cevap alışılagelmiş pratikten uzakta, “toplumsal kucaklaşmayı” sağlayacak bit metot olmalıdır. Bu direnişin temeli de, zamanın da bizi yönlendirdiği gibi “bilim” olmalıdır.
Tarih devletlerin, milletlerin ve politik hareketlerin enkazı ile doluyken bilim her zaman galip gelmiş ve kalıcılaşmıştır. Bu sebeple verilecek olan cevap “slogan” ile değil, “bilimsel yöntem” ile, eğitim ile, akıl ile verilmelidir. Kıbrıslı Türklerin inadı meşhurdur. Zora karşı mukavemet gösteren ve orantısız güç ile dayatılan her fikir veya olaya aynı orantılı bir derecede direnen bir tarihe sahiptirler.
Bunun en bariz örneği türlü imkânsızlıklara rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dağılma sürecidir. Kıbrıslı Türkler kimliklerinden ve laik yaşayış biçimlerinden asla taviz vermemişlerdir. Velhasıl, Kıbrıslı Türklerde “direnmek” bir huy ve kültürdür. “Yürekli” siyaset, toplumsal kucaklaşmayı gözden kaçırmaksızın gerekli mercilere gerekli cevapları akıllıca vermektir.
Keza bahsedildiği üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin adadaki gücünü hesaba katmadan atılacak her adım, AKP’nin Kuzey Kıbrıs’ta yaratmaya çalıştığı “ötekiler” ortamına güçlü katkılar koyacaktır. Dolayısıyla ancak gerek demokrasiyi gerekse Kıbrıslı Türklerin kimliğini koruyabilmek adına realitemizi göz önünde bulundurarak tıpkı Annan Planı dönemindeki gibi demokratik katılım, taraflar arası uzlaşı ve hoşgörüyü kaybetmeksizin ortak bir paydada buluşarak tüm toplumun sempatisini kazanan bir hareket başarıya ulaşacaktır.
“Ben yaptım oldu” zihniyetiyle hem Türkiye Cumhuriyeti hem de KKTC toplumlarının temellerine dinamit koyarak kendi isteklerini meşrulaştırmaya çalışan zihniyetler, ancak ve ancak bilimin ışığında oluşturulacak bir “direniş yöntemi” ile zafere ulaşabilir.
Pink Floyd’un meşhur şarkısında söylediği gibi: “Birlikte ayaktayız, düşeriz bölününce…”