Öncelikle şunu söylemek istiyorum, bu yazıyı size ahlak dersi vermek için yazmıyorum. Salgında evlilik ve ilişkiler üstüne gözlemlerimi paylaşmak için yazıyorum. Tavsiyem de size ahlak dersi vermeye çalışan biri gördüğünüzde oradan uzaklaşmanızdır. Şahsen, ben öyle yapıyorum…
Ahlak anlayışımızı bir piramit olarak düşünürsek, piramidin en altında evlilik kurumunu buluruz. Evet, ahlak algısı evlilik üzerine inşa edilen bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Peki, salgın bunu nasıl etkiledi?
Son bir senede çok gerildik öyle değil mi?
Salgın, ekonomik sıkıntılar, korku ve çaresizlik her yanımızda. Adeta abluka altındayız.
Ben dahil çoğumuzun eskiye oranla çok daha kolay gerildiğini görüyorum. Sinirlerimiz bozuk, itiraf ediyorum, toplumumuzun çoğu bireyinin tedaviye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Evlilik kurumu ve ikili ilişkiler bana göre Covid-19 salgınından önce de çökmüş durumdaydı. Salgında ayrılıkların artması ile bu çöküş daha da belirginleşti. Özellikle neslimin evlilikleri ve ilişkileri salgında tükenme noktasına geldi.
Bu durum Almanya’da yaşansa farklı bir bakış açısından bakmak gerekirdi, ancak burada durum farklı…
Biz ahlak algısını tamamen evlilik ve tek eşlilik üzerine inşa eden bir toplumuz. Evlilik kurumunu kaybetmemizle ahlak algımızın da temelini kaybettik.
Salgın bu yaşananları tetiklemedi, sadece gün yüzüne çıkarttı.
Ahlak algımızı evlilik üzerine inşa etmemize karşıyım, ama yazımın başında dediğim gibi, ahlak dersi vermiyorum. Öyle bir şeyi haddim olarak görmüyorum.
Ahlak algımızı inşa ettiğimiz evlilik kurumuna, ikili ilişkilerimize bugüne kadar nasıl baktık? Gelin bunu analiz edelim.
Bu ülkenin kapanmayan yarasından, gece kulüplerinden başlayalım. Erkek çocuklarının bir yaşa gelince abileri tarafından gece kulüplerine götürülmesi bir “gelenek” haline gelmiş durumda. Ahlak algısını evlilik üzerine inşa eden toplumumuzda, erkekler ilk cinsel tecrübelerini gece kulübünde yaşıyor ve cinsellik algıları bu şekilde oluşuyor.
Bu “geleneğin” var olduğu bir toplumda evlilik kurumu, tek eşlilik iyi bile dayandı.
Bu yara o kadar büyük ki, kimse yazıp çizemiyor. Ben de gitmiş olsam, bu ayıba ben de dahil olsam, belki bunları ben de yazamazdım.
Farkında mısınız? Ülkede erkek çocukları ile zorla seviştirilen kadınlar var… Bu bıçak her gün kalbimize batıyor ve biz yokmuş gibi davranıyoruz, sonra evlilikten ve ahlaktan bahsediyoruz. Gece kulübünde istediği kadını seçerek birlikte olmaya alışan erkekler evliliği nasıl yürütecek?
Bu sorunun cevabını verebilen olmadığı gibi, bu soruyu sorabilen de yok denecek kadar az…
Diğer bir sorun da tüketim alışkanlığımız.
Tüketip atmaya çok alıştık, sabrımız artık çok çabuk tükeniyor. Yanlış anlaşılmasın, bitmesi gereken evliliklerin bitmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak, birbirimize sabır gösteremediğimizi de görüyorum.
Avrupa’da yaşadığım dönemde değişik bölgelerdeki aileleri inceleme fırsatı bulmuştum. İnanın, evlenmeye karar veren kişiler birbirlerine karşı bizim gösterdiğimiz sabırdan kat kat fazlasına sahipler.
Tabii, orada bizdeki gibi herkes evlenmiyor. Evlenmek bir seçim. Bu da bizi üçüncü noktaya getiriyor.
Herkes evlenmek zorunda mı? Gençlere bu baskı neden?
Görüyorsunuz, boşanıyorlar işte… Bırakın sadece gerçekten evlenmek isteyenler evlensin.
Peki, bu temel çürüdü diye ahlaksız bir toplum mu olduk?
Bence hayır, sadece ahlak anlayışımızın temelini evlilikten uzaklaştırmak gerekiyor. Gelin alternatifler üzerine konuşalım. Benim alternatifim emektir.
Buyurun, konuşalım.